.

.

Monday, 11 January 2021

Osmanlı Tarihi Ve Tarihin Paradigmik Ilkeleri -III- (*)

 

Historiografinin bellibaşlı üç okulu olan MarxistWhig ve Annales okulundan günümüze kadar en etki yapmış olanının Annales Okulu olduğu pek çok tarihçi tarafından kabul gören bir görüştür.

Bu nedenle konuya bu yönde bir ağırlık vererek denemeyi sürdürmek bütünsel anlaşılırlık için yararlı olacaktır.

Annales Okulu’nun, tarihi sosyal pencereden görmek için Marc Bloch ve Lucien Febvre tarafından1929’da başlatılıp 1990’lara kadar süren 60 yıllık dönem içinde yapılmış olan çalışmalarla genel tarih yazıcılığını çok geniş bir şekilde etkilemiş bir okul olduğunu söylemek herhalde yanlış bir değerlendirme olmaz.

Nitekim Okul’un etkisi ile olsa gerek, 20. Yüzyıl son çeyreğinde ABD akademik dünyasında tarih araştırmaları konularında eğilimin yönü ağırlıklı olarak siyasal bir mahiyetteyken 21. Yüzyıl başlarında artık sosyal ağırlıklı olarak belirginleşmeye başlamıştır.

Okul adını ilk kuşak temsilcileri olan Bloch ve Febvre’in 1929 yılında çıkardıkları Annales adlı dergiden almıştır. Yapılan çalışmalar tarihi siyasal yerine sosyal ve ekonomik kaynaklar ve bakış temelinden ele alarak yürüyen bir yazım perspektifi üzerine kuruludur.

Öte yandan 1950-1970 arası sürdürülen ikinci kuşak çalışmalara ise yeni bir yorum getiren Fernand Braudel olmuştur. Braudel geleneksel histografik yaklaşıma fiziki olarak statik ile yüzyılları aşan uzun erimli total bakışlı yeni olanları da dâhil ederek tarih yazımı için üç tabakalı bir tarz benimsemiştir. Bunlar başlıklar olarak, geleneksel olan kısa erimli olaysal, uzun erimli olan yapısal ve çok az değişen veya hiç değişmeyen statik jeohistorik şeklindeki tarih yazım biçimlerini barındıran tabakalardır.

Böylece tarih yazımının zaman içindeki gelişmelerine paradigmalar temelinden bakıldığında başlangıçta sadece «saf” olay/aktör ilişkili olaylar yerine giderekten uzun dönemli doğal kaynaklı olguların dayapısal paradigma şeklinde ağırlık kazandığı görülmektedir. Böylece tarihin yörüngesini doğal, yapısal ve sosyal koşullar ortaklığı ile onların ortaya çıkardığı aktörler ile olaylar şeklindeki üçlü etmensel birortamın belirlediği anlaşılmaktadır.

Nitekim Braudel’in görüşlerinden biri coğrafi dağlı/ovalı ayrımının sosyo-demografik tarihsel sürece etkisinin var olduğu üzerine iken diğeri de Akdeniz Tarihi’nde Doğu/Batı ayrımı için belirleyici olan şeyin coğrafi bir sınır olarak Adriyatik Denizi’nin engel teşkil etmekte olduğu yönündedir.

Annales Okulu’nda ikinci kuşak temsilci olarak kendisinden çok söz ettiren Braudel’in yolunda ilerleyen ve ayni zamanda üçüncü kuşak temsilcilerden de etkilenen Immauel Wallerstein ise ulusal-siyasi tarihyerine coğrafya paradigması temelli merkez-çevre ilişkisi bağlamında bölgesel tarih üzerine kurulu birDünya Sistemi Teorisi (modeli) kurgulamıştır.

Şimdilerde ise bu tarz histografinin tarih yazım alanının artık geneline nüfuz etmiş olmasından ötürü özgül coşkusunu yitirmiş olduğunu, ancak halen dördüncü kuşak temsilcilerce bazı çalışmaların sürdürülmekte olduğunu belirteyim.

_______________

(*) Yazıya gelecek sayıda devam edilecektir.

No comments:

Post a Comment