.

.

Monday, 7 March 2022

Osmanlı Tarihi Ve Tarihin Paradigmik İlkeleri -XVI-

 

Dizide, tarihin genelinin çeşitli yönleri ile ele alınarak kavramsal ağırlıklı bir değerlendirmenin yapıldığı on beş başlıklı kesimin yeterli bir hacme ulaştığını düşünüyorum. Eksik kalan kavramsal alanların ikmalinin değerli okuyanlarca yapılabileceğinden emin olduğumdan artık Osmanlı Tarihinden tarih geneli için damıtılabilecek yönsemeleri, çıkarımları, ilkeleri, paradigmaları aramaya çıkmanın zamanı geldi diye düşünüyorum.

 Öte yandan, özetleyici bir bakışla ele alındığında emperyalist olmayıp emperyal olduğu görülen Osmanlı İmparatorluğu‘nu tarihin paradigmik ilkelerini aramak yönüyle gözlem altına almanın oldukça verimli entelektüel bir uğraş olacağı kanısındayım.

Resmi adı ile Devlet-i Aliyye-i Osmâniyye’ye en genel tarihsel görüngeden gerçekleştirilecek kısa bir göz atışta ilk görünen resmin özet olarak üç katmanlı sosyal bir yapı olduğu ve bunun da kısaca şöylece betimlenmesinin olanaklı olduğunu varsayıyorum: Osmanlı’nın belirgin olan emperyal özelliğinde, dar-ül harp olarak gördüğü Hıristiyan Avrupa Kıtası’na İslam’ı yayma görünür ereği doğrultusundaki misyon ile fethedilen topraklarda ilk hiyerarşideki en“Tepe” katman olan Hanedan’ın egemenlik hükmünün yürütümünün esas alındığı bir anlayışın var olduğunu söyleyebiliriz. Yani İslam, tarihteki tüm imparatorluklarda olduğu gibi bir din temeli üzerinde bir Hanedanın hegemonyasının sürdürülmesi için bir vasıta olarak uygulanmış gözükmektedir. Ancak İmparatorluk‘un bu özelliği açık olarak söylemleştirilmemiş bir gerçek olarak kala kalmış gibidir.

 Yukarıda verilen bu bağlamda Osmanlı sosyo-siyasi sistemine daha aşağı doğru bakıldığında toplumda oluşmuş paylaşım temelli katmanlaşmanın varlığı paralelinde şöyle bir resim ile karşılaşılır: Hanedan’ın altındaki ikinci “Tepe” Tımarlı katmanda bulunanlar olarak genelde Osmanlı paşa ve asilzade zümresi ile seyfiye ocaklarını temsil edenleri belirtmek yerinde olacaktır. Bu kesimde egemen olan şey, yani bu kesimin beklentisiyse, Hanedandan biraz daha farklılaşmış olup temelde fetihlerdeki talan, yağma, çapuldan gelen ganimetin paylaşımdaki payını yükseltmektir. Ayrıca Memaliki Osmaniyye’ye katılan mülkün yıllık haraçlarından ve Tımarlı arpalıklarından elde edilecek olan maddi olanakların bölüşümüne yönelik beklentiyi de bu kapsamda saymadan geçmemek gerekir. Memaliki Osmaniyye’deki alt katman olan müstahsil tebaadan bu ardı sıra gelen bu iki Tepe yönetenin alttaki geniş kitleden beklediği şeyse genelde nimete değil külfete katılım sağlamasıdır. Cihan Şümul Devlet-i İslam olmanın idamesi yönünde olan bu görünür erek‘in sağlanması için müstahsil Müslüman tebaadan bu olguyu sahiplenerek benimsemesi beklenir.

Böylece ahalinin muharebede daima yayalar ve neferler olarak cenge (gazaya) katılmak sureti ile en ön saflarda yer alarak kutsal gayeye hizmette amade olması istenir ki bu olgu ayrıca da onların vazifesi olarak görülür.

 İşte bu noktada, tebaanın o çok bilinen, hicvedici olup son derece veciz bir ifade olan aşağıdaki deyişini anmak yoluyla konuya sosyo-psişik bir bağlantı sağlamış olmak istiyorum. “Şalvarı şaltak Osmanlı, Eyeri kaltak Osmanlı, Ekende yok, biçende yok, Yemede ortak Osmanlı.” (*)


(*) Devamı var.

Mustafa ÖZCAN

 

Tuesday, 8 February 2022

Osmanlı Tarihi Ve Tarihin Paradigmik İlkeleri -Xv-

 

 

Tarihin paradigmik ilkeleri araştırılırken tarihin anlatısı, felsefesi ve bilimi olmak üzere, özellikle popüler olmaya yatkın bu üç ana entelektüel alanın göz önünde tutulması gerektiği konusundaki görüşümü bu makale vasıtası ile ele almak istiyorum. Nitekim böyle yazı dizisi şeklindeki ele alışlarda konu akışının bütünselliğini tamamlamak açısından bu tür bir yaklaşımın gerekli olduğu hususu herhalde diziyi başından beri izlemekte olan değerli okurların dikkatindedir sanırım. Anlatı veya diğer bir deyişle betimleyerek öykülendirme şeklinde belirtilebilecek bir biçim, bir edebi tarz olarak genelde zemininde olaylar örgüsü doğrultusunda ilerleyerek gelişen bilgilendirmeci bir söz akışını temsil etmektedir. Öte yandan felsefi ele alışta ise tarihsel olayların nedenlerinin neler olabileceğinin sorgulanması bu ulamdaki fikir çerçevesinin temelini oluşturur. Burada başvurulan çerçeve yöntemsel yaklaşımı oluşturan yapıyı ortaya koyar. Pratik açıdan bakıldığında, yöntem her zaman olduğu gibi burada da konunun “nasıl”ını keşfetmedeki yolu-yordamı ortaya koyan esas olarak daima ve hep en önde gelen işlevselliği temsil etmektedir. Ancak, paradigmik ilkeler pratik açıdan değil de teorik veya diğer bir deyişle soyut bilimsel temel ile araştırılmak üzere ele alındığındaysa gelinen zemin oldukça karmaşıklaşmış olan bir düzeyi yansıtmaktadır.

Örneğin bu durumda söz konusu olan bilimsel ele alışta başvurulacak bir görünge olarak konuya bir yandan yoruma dayalı mikro-sosyolojikdüzlemden bakılması gerekirken öte yandan da makro-sosyolojik görünge ile anlatının akışında olgusal (olgusallığı istatistiksel veriler ile doğrulanabilen) bir illiyet (nedensellik, kauzalite) çerçevesinin oluşturulması gerekmektedir.Büyük Tarih anlatısında zamanın en geniş ve mekânınsa en büyük oluşu nedeni ile kaçınılmaz olarak azami genişlikteki bir olgusallığın var oluşundan ötürü belirtilen tarzdadır.
(*) Devam edecektir.

 

Mustafa ÖZCAN

 

Monday, 17 January 2022

Osmanlı Tarihi Ve Tarihin Paradigmik İlkeleri -Xıv-

 

‘Büyük Tarih’ konusu kapsamına müfredat olarak nelerin girdiğine bakıldığında, belirtildiği gibi ilk aşamada astrofiziktemelindeki anlatı ile başlayan evren kozmogonisinin ele alındığı görülür. Bu kapsamdaki öyküye, 13,8 milyar yıl önce yüksek yoğunluk ve ısıdaki noktasal bir tekillikten kuantum dalgalanmaları sonucu 10-43 saniye olarak verilen Planck Zamanı içinde oluştuğu kabul edilen “Büyük Patlama” ile başlanır. Anlatı, havsala dışı bu olayın ardından saniyenin yüz milyarda biri kadar zamanda meydana gelen şişme şeklindeki kozmik genişleme ile ortaya çıkan üçü uzay ve biri zaman olmak üzere dört kozmik boyutlu evrenin oluşumun betimlenmesi ile sürer. Bundan sonraki müfredatiçeriğinde, yazarlara göre bazı nüanslar olmasına karşın genelde kozmik genişleme ile beliren enerji/madde dönüşümünün bir sonucu olan galaktik bulutsu oluşumu hakkında bilgi verilir. Bu doğrultudaki müfredatın omurgasını ise, Büyük Patlama ile şişmenin ardından yüzde bir saniye sonra primordiyal (ilksel) madde olarak ortaya çıkan hidrojen çekirdeği, yani proton ve ondan nükleer füzyon ile sentezlenen helyum çekirdeğinin istikrarlı hale gelmesi süreci hakkındaki bilgilendirme oluşturur. Böylece, maddenin istikrarlaşması için geçen 379 bin yılın sonunda evrenin ilk ışığını veren galaktik bulutsular ve ilksel yıldızlar eskil (kadim) evreni oluşturarak bize görebileceğimiz en erken evren resmini sağlar. Yıldızsal füzyon ile hidrojenini helyuma dönüştürerek nükleer yakıtını çok kısa zamanda tükenen bu ilksel yıldızların kütle-çekimden dolayı içe çöküp patlaması sonucunda daha ağır elementlerin oluşumu hakkındaki anlatı ise kozmik evrim öyküsünün bundan sonraki bölümünde yer alır. Birincil tip ilksel yıldızlardaki hafif elementler ile bu yıldızların süper nova ile ölümleri sırasında ortaya çıkan binde bir oranındaki ağır elementleri içeren bulutsuların yoğunlaşma ürünü olarak da ikincil tip yıldızlar meydana gelir. Bir örneği de güneş olan bu yıldızların gezegen sistemlerini oluşturması ise şimdilik sadece bizim sistemimiz örneğinde çağcıl (modern) evrenin gelişim öyküsü mahiyeti ile sonraki bölümün anlatı odağında yer alır. Canlılığın henüz bilinen biricik yeri olması nedeni ile yerküre için jeolojik ve ekolojik öykü biyosfer ve biyolojik evrim odaklı anlatının esasını oluşturmakla birlikte buradaki müfredatın ağırlıklandırılmasında yazarına göre oldukça farklı temaların seçilebildiği göze çarpmaktadır. Bir yazar temayı insan ekolojisi yönünde kurgularken bir diğeri dünya coğrafyası ekseninde ortaya koyabilmektedir. Gene, bazı yazarlarca tarihö ncesi bir yaklaşım doğrultusunda paleo-antropolojik ağırlıklı bir tema benimsenerek konunun ele alınışında tarih yönüne ağırlık verilebilmektedir. Öte yandan, belli bir yöne odaklanarak müfredatı o yönde ağırlıklandırma yerine anlatıya temel oluşturan alanları çeşitlendirerek dağıtık bir müfredatın da benimsenmesi söz konusu olabilmektedir. Bu tür ele alışlarda astronomi, kozmoloji, fizik, kimya, evrimsel biyoloji, paleontoloji, antropoloji ve arkeoloji disiplinlerin tamamından etkin bir şekilde yararlanılmaktadır. Bu durumda anlatı temasının omurgası doğa tarihi ve çevreci (ekolojik) coğrafya üzerine kurulur. Çünkü önceki ele alışlarda konuya tarih veya bilim olmak üzere iki kutuplu üst ulamsal bakıştan biri esas alındığından bu ikisinin dışında diğer üçüncü üst ulamsal bakışınsa doğa tarihi ve çevreci (ekolojik) coğrafya üzerinden olabileceği açıktır. Görülüyor ki, en geniş tarihin bu yeni anlatı biçimi için genelde daha çok ekolojik (çevreci) olgu ana tema olarak benimsemiş gözükmektedir. Ancak burada da iki tercihli bir durum öne çıkmaktadır. Biri Gaia Kuramı tarzı olarak gezegenimizi canlı holistik bir bütünmahiyeti ile ele alan yaklaşım olurken, diğeri ekosistemik temelli analitik-redüksiyonist yaklaşımı benimsemektedir.Büyük Tarih konusunda değinilmeden geçilmemesi gereken diğer bir husus da anlatı bütününü yönlendiren stigmerjik özün ne olduğu sorusudur. Bu tür bilgi oluşum ve akış süreçlerinde kaçınılmaz olarak zaman okunun, yani termodinamiğin ikinci yasası olarak entropinin düzen bozucu ajan olarak devrede olduğu bilinmektedir. Düzen bozuculuğu sistem kurarak ve besleyerek aşmaya çalışan enerji yitirgen yapıların olmazsa olmazı mahiyetindeki girdisi olan enformasyonunsa entropiye karşı gelmekte olduğu noktasından hareket ile uzay/zaman akışında giderek artan bir karmaşıklaşma olgusunun stigmerjik öz olduğu ve süreci yönettiğini söylemek doğru olacaktır. Nitekim “Big History” (Büyük Tarih) kavramının isim babası David Christian daha ilk kitabında (**) 2 konuyu uzay/zaman akışı içinde gelişensekiz aşamalı bir karmaşıklaşma süreci olarak kurgulayıp ele almaktadır. Yazarın diğer iki yazar, C. S. Brown ve C. Benjamin ile birlikte kaleme aldığı yeni kitabında da ayni müfredatta ayni aşamalandırmanın benimsediği görülmektedir (*) 3. Genel olarak ifade etmek gerekirse, benim düşünceme göre 21. Yüzyıl evreni bütünsel görüngeden kavrama çağı olma eğilimi yönünde yol almakta olduğundan holistik anlayışa dayalı olarak en uygun tarih yaklaşımı mahiyeti ile Büyük Tarih tasarımının benimsenmesi doğru bir seçim olacaktır. (*)Devam edecektir. (**) Christian. D. , Maps of Time: An Inroduction to Big History, University of California Press, 2004. (***) Christian, D. , C.S. Brown and C. Benjamin, Big History: Between Nothing and Everything, McGraw-Hill Education, 2014.

Mustafa ÖZCAN

 

Friday, 3 December 2021

Osmanlı Tarihi Ve Tarihin Paradigmik İlkeleri -Xııı-

 

 

Bu yazı dizisinde ele almakta olduğum genel tarih ile ilgili denemelerde genel tarihe farklı ölçeklerden bakışta nelerin kapsam dâhiline girmekte olduğu konusuna değinmeden geçmenin tarihi bütünselliğini (holizmini) anlamak bakımından bir eksiklik yaratacağını düşünüyorum. Bu doğrultuda dizinin şimdiki denemesinde tarihe farklı ölçeklerden bakıldığında görülen pencere içine nelerin girdiğini kısa da olsa aktararak irdelemek istiyorum. Burada farklı ölçeklerden kastedilen şey, ele alınan tarih anlatısının kapsadığı zaman/mekân boyutudur. Doğaldır ki zaman/mekân boyutu, yani kronolojik mesafe ve kozmik kapsam ne denli kısa ve küçük olursa anlatının içeriğindeki olgu, olay ve varlıklar o denli az ve küçük olmaktadır. Diğer bir deyişle, anlatı az bir zaman içinde ve küçük bir mekân için ele alındığında kaçınılmaz olarak yerel tarih alanına girilmek durumunda kalınacaktır. Ama en uzun zaman ve en büyük mekân diye bir tanımlama yaparsak bu kaçınılmaz olarak evrensel zaman ve evrensel mekânın tümünü dikkate almamız gerektiği anlamını taşımaktadır. Bu tanıma giren tarih anlatısı şimdilerde dünya literatüründe “Büyük Tarih” diye nitelendirilmektedir. Bu tarih biçimi İngilizce’de “Big History” terimi ile belirtilmiş olduğundan kavramın Türkçe‘deki karşılığı için de ayni sözcükler kullanılmaktadır. Nitekim konuya ilgi duyanlar için, orijinali İngilizce olan Cynthia Stokes Brown’un kitabının da Türkçeye bu doğrultuda Büyük Tarih adıyla çevrildiğini belirteyim (**). Kitap, bu yeni anlayış biçimini temsilen tarihsel bilgiyle sağın bilimsel bilgiyi tümleştirerek tarih anlatısına kozmik-holistik bir boyut kazandırıyor. Böylece de bir bakıma, holistik tarih yaklaşımına geçiş yapılmış olunduğunu yeri gelmiş iken ifade etmek isterim. Genel olarak bakıldığında, büyük tarihte konular zaman ve mekân kapsamında en geniş mahiyet ile ele alındığından, anlatının evrenin başlangıcı olan 13,8 milyar yıl önceki Büyük Patlama, “Big Bang” ile başlatılıp insanlığın geleceği hakkındaki öngörülere dek sürdürülmesi gerekmektedir. Bu kapsamda, Büyük Patlama ve ondan 300 milyon yıl sonra ortaya çıkan ilk galaksiler ve yıldızlar birinci aşama olma mahiyeti ile kozmik evre başlığı altında toplanılıp anlatılırken, 4,5 milyar yıl/b> önce başlayan yerkürenin jeolojik tarihindeki gelişmeler ikinci aşamanın anlatısı olarak ele alınmaktadır. Üçüncü aşamada abiyogenez ve biyolojik evrim canlılık evresi başlığı altında anlatılırken son aşamada ise insanoğlunun dünyası, geleceğini de içine alacak şekilde sağın (ampirik) tarihsel anlatıya konu yapılmaktadır.Büyük tarih konusunu ele alıp kitap yazmış yazarların bu bölümlemelerde az-çok da olsa bazı farklılıklar gösteren ele alışlara sahip olabildiğini bu noktada anımsatayım. Ancak bölümlerde kapsanan müfredat içeriklerindeki farklılıklarının belirgin bir şekilde miktar ve nitelik bakımından çok daha fazla olduğunu da özellikle vurgulamam da yarar var sanırım. Büyük tarih konusunu gelecek denemede işlemeyi sürdüreceğim ___________________ (*) Devamı gelecektir (**)http://www.dr.com.tr/Kitap/Buyuk-Tarih-Buyuk-Patlamadan-Bugune/Algan-Sezginturedi/Bilim/Populer-Bilim/urunno=0000000592471#!DR

 

Monday, 8 November 2021

Osmanlı Tarihi Ve Tarihin Paradigmik İlkeleri -XII- (*)

 


 

 

Bir önceki denemede işlenen konu bireysel bellek olunca, izleyen bu denemenin konusu da grup için olan, onun diyalektik bütünleyici karşıtına dönüşmüş biçimi diye nitelenen kolektif (derlemsel) bellek olmaktadır. Bu nedenle kolektif bellek konusuna tarih ile olan ilişkisi bağlamında değineceğim.

Kolektif belleğe toplumsal bir özellik olarak ilk dikkat çeken kişi tanınmış Fransız sosyologu EDurkheimolmakla birlikte konuyu sosyal bilimler alanına bir kavram olarak kazandıran HBergson’un doktora öğrencisi Fransız sosyal felsefeci Maurice Halbwachs (18771945) olmuştur. Yahudi kökenden geldiği için Naziler tarafından konulduğu Weimar’daki Buchenwald Toplama Kampında 1945 yılında difteriden ölen Halbvachs’ın bu çalışması tarih ile sosyoloji (daha uygun olarak sosyal psikoloji demek gerekir) arasındaki en önemli kavramsal köprünün oluşturulması anlamına da gelmektedir.

Çalışma kitap olarak “La Mémoire collective” adı ile ölümünden sonra 1950 yılında yayımlanabilmiştir. Böylece derlemsel bellek konusu seminal (konuya can suyu veren) mahiyet ile sosyoloji ve sosyal psikoloji literatürüne kazandırılarak toplum ilişkileri kapsamında işlenmeye başlanmıştır. Ancak yazarın kolektif bellek konusunu, “sosyal çerçevenin değişimi” durumunda ortamdaki grup bireylerinin anılarını mutabakat ile yeniden inşa etme süreci şeklinde bir bağlam ile EDurkheim’ın mentorluğu eşliğinde daha1920’lere doğru ele almaya başlamış olduğu anımsanmalıdır.  

Geçmişin sosyal olgularının bir amaç, bir erek kapsamında kullanılmak üzere araçsallaştırılması diye de soyutlayıcı bir yaklaşım ile tanımlanabilecek olan derlemsel belleğin ulusal sosyolojilere göre tasnifi ile oluşmuş değişik tipleri bulunmaktadır. Bu husus özellikle Kıta felsefesinin bir konusu olduğundan özellikleAlman ve Fransız tasniflerinde farklılıklar olarak ortaya çıkmaktadır.

Fransızların siyasete yakın bir tarzda resmicanlı ve tarihçi diye üçe ayırdığı derlemsel belleği Almanlar ise toplumsala yakın teknik bir yaklaşım ile kültürel ve iletişimsel diye ikiye ayırarak farklı birtipleştirmeye tabi tutmaktadır. Böylece, kolektif belleğin sınıflandırılarak çeşitlendirilmesinde tam bir mutabakatın henüz sağlanamadığı sonucuna varabilir.

Birinin ulusların resmi tarihine ideolojik kaynaklık ettiği, diğerinin ise yerel tarihi inşa eden grupsal mutabakat belleği olarak işlev gördüğü resmi ve canlı bellekler, birbirinin tümleyicisi iki karşıt kutup mahiyeti ile bunlardan diyalektik sentez yapan tarihçi belleğinin kaynağı olmaktadırlar.  Diğer bir deyişle, toplumun sistemik hiyerarşisinde tavan ve taban diye de nitelenebilecek düzeylerdeki bu iki özgün belek, tarihçinin elinde resmi ve yerel iki tip tarih biçiminden evrensel olmaya doğru yönelmiş genel bir tarih biçimi için tarihçi belleğine kaynaktırlar.

Ayrıca kolektif bellek grup kimliğini de temsil eden bir mahiyete de sahiptir. Bu kapsamda kolektif belleğin grup kimliği ve temsilindeki özellikleri olarak grup aidiyeti, grubun aktif geçmişinin temsili, grup sosyalinin çerçeveleyicisi ve araçsallaştırıcısıanın anlamı için sembol olma işlevleri vardır. Böylece kısaca ifade etmek gerekirse kolektif bellek süreci, kendimiz olmakla başlayan otobiyografik ve epizodik canlı belleklerimizden hareketle bizi çevreleyen tehditkar yeni toplumsal koşullara karşı biz olmayı sağlamak için geçmişimizi aidiyet güdümüzün etmenliğinde kimlik olarak yeniden oluşturma, haklılaştırma ve yüceltme işidir. 

Bireysel bellek ile karşılaştırıldığında kolektif belleğin özünde otobiyografik belleğin olduğunu görmemek olanaklı değildir. Öyküsel (epizodikbelleğin kişiseli olanı olan otobiyografik bellek, bu kapsamda tarihçi tarafından tarih inşası için olaylar ve insanlar temelinde öznelden nesnele doğrudiyalektik bir akışla tarihçi belleği olarak sentezlenmektedir. Diğer bir deyişle, bu şekildeki tikeldentümele geçişle, nesnelleşmeye doğru asimptotik olarak ilerleyerek inşa edilmekte olan tarih, bu nedenden dolayı bugünkü haliyle hiçbir zaman tam anlamıyla nesnel olması olanaklı olmayan bir disiplindir. Yani, tarih en azından öznellikler içereceğinden yanılabilir.  Ve yenilenebilir geçmişi betimleyen kültürel olguların sosyal kimliği temsi eden bir sistematiği olarak doğruya ve en geniş kapsamlı olana yaklaşmaya çabalayan en önemli beşeri bilimdir.

Sonuç olarak da tarih, belirli sosyal hareketleri kültürel etmenler doğrultusunda insanoğlunun kolektif belleğinin aracı ile kendi tarihselliğinin kaydını tutması, diğer bir deyişle de kültürel belleğinin ereğine uyumlu olarak olaylar ve bireyler bağlamında geçmişin kaydını yapmasıdır.

Tüm anlatılanlar ışığında denebilir ki, tarihçinin anlatısında “biz” olmaması gerekir iken kolektif benliğin anlatısında ise “biz olmayan” yoktur.

Tarih anlatısı ile kolektif bellek anlatısı arasında kapsamları itibari ile de bazı karşıtlıkların var olduğunu yeri gelmişken vurgulamadan geçmemek gerekir. Örneğin, kolektif bellek anlatısı yerel tarih anlatısı olarak mikro olaylarla ilgiliyken genel tarih anlatısı makro olaylara yönelik bir içerik inşası mahiyeti ile gelişir. Bu bakımdan ilerleyen dönemlerde tarihçiler (tarih topluluğunca) daima daha evrensele doğru bir çaba benimsenmiş olarak tarihi yorum çerçevesini genişleteceklerdir. Bu öze “tarihin meta düzeyli paradigmik ilkesi” demek yerinde bir tanımlama olacaktır.  

Gene kapsam olarak tarih mitolojiye dönüşmemek için tematik olarak reel olanı ele alıyor iken canlı bellekten çıkan kolektif belleğe dayalı yerel anlatının efsaneleri de işin içine katması olanaklıdır. Bu bakımdan tarihçi belleği tarih disiplinine, kolektif bellek ise sosyal psikolojiye yatkın ve uygun bir yaklaşımı, bir yöntemi temsil etmektedir.

___________________

(*)Devamı gelecektir.